Korku sinemasının kökleri: Ryan Murphy’den Netflix’de ‘Ed Gein’ hikayesi

Reklam

Ryan Murphy, Amerikan televizyonunun en üretken ve tartışmalı yaratıcılarından biridir. Kariyerine ‘Nip/Tuck’ın cerrahi takıntılarıyla başlayan, ardından ‘Glee’de pop kültürünün parlak yüzünü gösteren Murphy, ‘American Horror Story’yle esasen kendi karanlık evrenini yarattı. Şiddet, sapkınlık ve toplumsal tabu kavramlarını ustaca bir antoloji formatında birleştiren yönetmen-yapımcı, bu eğilimini son yıllarda ‘Canavar’ dizisiyle de sürdürerek Amerikan suç tarihinin en rahatsız edici isimlerini yeniden sahneye çıkarıyor.

29 Eylül’de Netflix’te gösterime giren “Canavar: Ed Gein Hikayesi”, Murphy ve ortağı Ian Brennan’ın gerçek suç antolojisinin üçüncü filmi. Bu kez Jeffrey Dahmer ve Menendez kardeşlerden sonra “seri katillerin babası” olarak anılan Ed Gein’in hikayesiyle kamuoyuna tanıtılan dizi, Variety’nin haberine göre ilk üç günde 12,2 milyon izlenmeyle harika bir başlangıç ​​yaptı. Bu rakam, 2024’te dört günde 12,3 milyon izlenme sayısına ulaşan “The Lyle and Erik Menendez Story”den biraz az kaldı. Ancak “Ed Gein” sezonu sadece üç gün izlendiği için dördüncü gün de hesaba katılırsa önceki sezonu geçme ihtimali yüksek.

29 Eylül – 5 Ekim haftası İngilizce içerik listesinde ikinci sırada yer alan yapım, 14,1 milyon izlenmeyle birinci sırada yer alan Mae Martin’in “Wayward” serisinin hemen arkasında yer aldı.

Murphy’s Monster serisi, Amerikan toplumunun bastırılmış korkularını her sezon yeniden tanımlıyor. Dahmer’ın sezonu mağdurların sesleriyle seyirciyle buluşurken; Menendez olayı medyadaki adli davaların trajikomik doğasına dikkat çekti. “Ed Gein Hikayesi” doğrudan korkunun köklerine gidiyor. Wisconsin’de izole bir kasabada yaşayan, cesetleri mezardan çıkaran ve insan derisinden mobilyalar yapan Gein’in hikayesi, modern korku sinemasının temel taşı olmuştur: “Psycho”, “The Texas Chain Saw Massacre” ve “The Silence of the Lambs” gibi klasiklerin bu hikayeden nasıl ilham aldığını dizide doğrudan görüyoruz.

Dizide bastırılmış arzularla deliliğin eşiğinde yaşayan Gein’i Charlie Hunnam, baskıcı ve dindar annesi Augusta’yı ise Laurie Metcalf canlandırıyor. Murphy, Gein’in suçlarını yalnızca kronolojik bir anlatımla değil, aynı zamanda Hollywood’un “Psycho” setine göndermelerle örüyor. Bir sahnede, Alfred Hitchcock’un genç Anthony Perkins’e “korunmuş dokuz vulva”yı gösterdiği sekans, Hitchcock’un bilerek perde arkasında sakladığı şiddetin Murphy tarafından tam anlamıyla sergilendiğini gösteriyor.

Ancak bu seçimler eleştirmenleri böldü. The Guardian diziyi “hiçbir ahlaki temeli olmayan bir röntgencilik örneği” olarak tanımlarken Variety, Murphy’nin “korku pornografisi” yarattığını yazdı. Dizinin tuhaf temaları ve Gein’in kadın bedenine olan takıntısını ele alışı, bazı izleyiciler tarafından trans kimlikleri rahatsız edici görüldü. Ayrıca Gein’in bazı suçlarının dramatik etki yaratmak için çarpıtıldığı, hatta hiç yaşanmamış sahnelerle desteklendiği de iddia ediliyor.

Yine de Canavar: Ed Gein Hikayesi rahatsız edici gücünü tam da bu sınır ihlallerinden alıyor. Gein’in mezar soygunlarından kadın bedenine olan takıntısına, annesiyle olan dindar-Freudcu ilişkisinden toplumun sessiz tanıklığına kadar her detay Amerikan rüyasının çürük yanını ortaya çıkarıyor. Gerçek olayların sinemaya dönüşme biçimini de sorgulayan yapım, “korkunun anatomisini” Psycho’nun efsanevi “duş sahnesi”nden çok daha rahatsız edici bir dürüstlükle çiziyor.

Monster serisi, Murphy’nin elinde yalnızca bir gizeme dönüşmekle kalmıyor, aynı zamanda Amerikan kimliğinin bastırılmış günahlarının da bir temsiline dönüşüyor. Ed Gein’in hikayesi bu karanlık aynadaki en rahatsız edici yansımadır: büyüleyici ve iğrenç, tarihi ve teatral. Tüm eleştirilere rağmen Netflix listelerinde ikinci sıraya yükselen dizi, Murphy’nin korku damarına bir kez daha ustalıkla dokunduğunu kanıtlıyor.

Sonuçta Monster: The Ed Gein Story izleyiciyi sadece teröre değil aynı zamanda şu soruyu sormaya da davet ediyor: Amerikan kültürünün karanlık tarafına bu kadar yakından baktığımızda aslında kimden korkuyoruz: Ed Gein’den mi, yoksa kendi merakımızdan mı?

Peki kimdir?

Ed Gein, 20. yüzyılın en korkunç ve tartışmalı suçlularından biridir. Gerçek adı Edward Theodore Gein olup 1906 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Wisconsin şehrinde doğmuştur. Sessiz bir çiftçi olarak tanınan Gein, 1957’de ortaya çıkan suçlarıyla dünyayı dehşete düşürdü.

Gein takıntılı bir şekilde annesi Augusta Gein’e bağlıydı. Baskıcı, dindar annesi, kadınları “günahın kaynağı” olarak gördü ve çocuklarını dış dünyadan izole etti. Annesinin 1945’teki ölümü, Ed Gein’in psikolojik çöküşünün başlangıcı oldu.

Kısa süre sonra çevredeki mezarlıklardan kadın cesetlerini çıkarmaya başladı. Bu cesetlerin parçalarını kullanarak insan derisinden elbiseler, kafataslarından kaseler, iç organlardan süs eşyaları yaptı. Amacı annesine benzeyen bir “beden” yaratmaktı.

1957’de kasabadaki mağaza sahibi Bernice Worden ortadan kayboldu. Polis Gein’in evinde arama yaptığında kadının cesedinin baş aşağı asılı olduğunu buldu. Evde ayrıca mezardan çıkarılan birçok insan kalıntısı da bulunuyordu.

Gein iki kadını öldürdüğünü itiraf etti: Bernice Worden ve Mary Hogan. Ancak en korkutucu olanı evinde bulunan onlarca ceset parçasının mezarlardan çalınmış olması.

Gein’in akıl hastası olduğu ilan edildi ve hapse gönderilmedi; hayatını bir psikiyatri hastanesinde geçirdi. 1984 yılında doğal sebeplerden öldü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir